20 Temmuz 2015 Pazartesi


Klopka (2007)

Tuzak



Klopka afiş   Sırbistan'dan çıkma içinde cevabını vermekte zorlanacağımız çokca soruların olduğu bir hesaplaşma filmi.

   Oğullarının ölümcül bir hastalığa sahip olduğunu öğrenen bir karı kocanın gittikçe diplere inen hikayesi.

   İnsanın doğasının aslında kötü olduğunu sadece istediğimiz kadar iyi olabileceğimizi hatırlatan bir öyküsü var.
 
   Sırbistan toplumuna ve sınıf ilişkilerine dair eleştirileri de içinde barındırırken suç ve bu suçu oluşturan nedenleri de sorgulamamızı sağlıyor.

  Kahramanına baktıkça aklıma Raskolnikov'u getiren filmi sakin bir kafayla izlemenizi öneririm.

19 Temmuz 2015 Pazar

Ostrov (2006)

Ada


Ostrov afiş   Kefaret üzerine emsalsiz bir şiir...

   Kömür karası ve karbeyazı arasında bir atmosferde geçen siyah beyaz bir hikaye.

   İkinci Dünya Savaşı'nda nazilerin zulmüyle başlayan film daha sonra din ekseninde içsel bir hesaplaşma öyküsü anlatıyor.

   Onurlu ölmek ya da onursuz yaşamak arasında bir tercih yapan kahramanımızın keşiş olarak devam ettirdiği hayatında yaşadıklarını izleriz.

   Cehennem metaforuna farklı bir bakış açısıyla yaklaşan filmin birkaç sahnesi de Reha Erdem ve Kosmos filmini akla getirir.

    İyilik ve kötülük üzerine kendine ait anlamlı cümleleri olan, vicdan üzerinden dünyevi eleştirileri de bulunan izlenesi film.

18 Temmuz 2015 Cumartesi

Roseanna's Grave (1997)

    Roseanna'nın Mezarı



Roseanna's Grave afiş
   Aile kavramı, yaşanmışlıklar ve yaşanacaklar hakkında sözü olan, eğlenceli bir romantik komedi.

   Küçük bir italyan köyünde restaurant sahibi Marcello'nun hasta olan karısını köyde kalan son 3 mezardan birine gömmek için verdiği amansız mücadeleyi izleriz.

   Müzikleri, samimiyeti ve mizahıyla sizi ele geçiriyor.

   Sevgi nelere kadir anlamak için izleyin. 

17 Temmuz 2015 Cuma

Mandariinid (2013)

Mandalinalar


"Bayrakları bayrak yapan, bayrak imalatçılarıdır,
                     toprak uğrunda ölen varsa utanmalıdır."   
            
Mandariinid afiş  Sessiz, sakin, naif bir savaş(ma)! filmi.
  
  Savaş hakkındaki bir film ne kadar sakin olabilir? Filmin adı "Mandalinalar" olursa oluyormuş  demek ki...

  Tek derdi birinin mandalinaları diğerinin de oğlunun mezarı olan ve yaşadığı yeri terkedemeyen iki güzel insanın bulunduğu bir bölgede; farklı analardan farklı topraklarda doğdukları için birbirlerini öldürmeleri emredilen iki düşmanın,  tekrar insaniyete dönüşlerini konu alan film.

   Savaşın ne olduğundan ya da ne kadar kötü olduğundan ziyade insan olmak motifini işliyor, bunu yaparken de doğadan faydalanıyor.

   Sürekli birilerinin elinde yoğrulan vicdanların ipleri serbest bırakıldığında varoluş amaçlarına kendiliğinden gitme arzusunu iliklerimize kadar hissettiriyor.

   İzleyin sadece; ardından düşünün hayatı, hayatınızı, hayatları...

16 Temmuz 2015 Perşembe

Estômago (2007)

 Hayatın Mutfağı


    "Sivilde ne iş yapardın?"

Estômago afiş     Brezilya'dan gelen gönlümüzü serinleten hoş bir seda.
     
     İçinde süslü gastronomi tarifleri olmayan mütevazi  ama lezzetli tariflerin olduğu, İnsan doğasının değişkenliğinin sınırlarını sorgulayan içinde dram öğeleri de barındıran eğlenceli bir hikaye.
     
     Taşradan gelen Nonato'nun şehre ayak uydurması ve sonrasında hapishaneye düşmesini ve oradaki yükselişini paralel hikayeler olarak izleriz.
     
     Cebinde yemek parası bile olmayan Nonato yediği yemeklerin parasını ödemek için önce bulaşıkçılık yapmaya başlar.Ardından kendi yeteneklerini keşfederek usta bir aşçı olur, Taşra zihniyeti ve saflığıyla işlediği bir cinayetin ardından hapishaneye düşer. Bundan sonrasında Nonato'nun hapishanedeki en üst basamağa yükselişini izleriz. 

     Et ve kadın bedeni arasında ilginç bir ilişki kuran, hazmı kolay ama tadı kolay kolay unutulmayacak bir aperatif.

     
     

15 Temmuz 2015 Çarşamba

Ponette (1996)



"Yüzünü dökme küçük kız"
   
Ponette afiş  Geçirdikleri trafik kazasında annesini kaybeden, kendi kolu da kırılan 4 yaşında bir kızdır Ponette. Ve bundan sonra başlayan anne özlemi. Alçılı kolu ve dökülen gözyaşlarıyla içimizi acıtır Ponette.

  Hayat basit midir yoksa karmaşık mıdır? Çocukların gözünden bu sorunun cevabının verilişini seyrederiz. Büyükler bu dünyada birer figürandır adeta.
 
  Çocukların kendine ait bir dünyası olduğunu ve bizim düşündüğümüzden daha zeki ve yaratıcı olabildiğini de bir kez daha görürüz. Birbirlerine karşı duydukları saf sevgi, çıkarsız ilişkiler, kendilerince verilen cevaplar, yürütülen mantıklar...
 
  Ponette'nin ölen annesine ulaşma arayışında dinle tanışmasını da izleriz.Tanrı nın çocuğu olmaya çalışması, içindeki yeşermeye başlayan umut ve neticesinde hissettiği hayalkırıklığı bu yolculukta başına gelenlerdir.
 
   Finale doğru annesinin mezarını kazma sahnesi yürekleri darmadağın etmeye yeter.

   4 yaşında Venedik'ten ödül alan Victoria Thivisol' a hayran olmamakta elde değil.
   
   Nadir bulunan bir mücevher gibi orada öyle duruyor, uzanın ve  alın onu....

14 Temmuz 2015 Salı

Aaltra (2004)

 
 "Özürlü, zehirli, küçük bir endişe"

Aaltra afiş    Biri çiftçi diğeri büro elemanı iki komşunun önce kendi hayatlarını daha sonra da yoluna çıktıkları insanların hayatlarını da zindan etmesi üzerine siyah-beyaz bir kara komedi.
   
    Birbirlerine tahammül edemeyen iki komşunun kavga ederken geçirdikleri bir kaza sonrası felçli kalmaları ve sonrasında tazminat almak için çıktıkları Finlandiya yolculuğunda başlarından geçen komik maceraları izleriz.

   Belçikalı Benoit Delepine ve Gustave Kevrern'in televizyon dünyasındaki ortaklıklarını sürdürerek çektikleri bu filmde kendilerine has bir mizah anlayışları var. Kurdukları atmosfer de fazlasıyla tatmin edici.
 
   Sakatlıklarını kullanarak kendilerini önce acındırıp daha sonra bunun keyfini çıkarmaları gibi mizah sınırlarını zorlayan sahneler mevcutken intihara teşebbüs denemeleri gibi detaylar da filmin gerçeklikten kopmadığının bir kanıtıdır.
 
   Karakterlerimizin filmin başında gördüğümüz nevrotik durumlarının kötürüm olmalarından sonra düzelmeye başlaması ise ayrı bir ironidir.  

   Girdikleri riskli işin altından maharetli bir şekilde çıkan ikilimizin değişik bir polyanna masalı anlattıklarını düşünmekteyim.

13 Temmuz 2015 Pazartesi

Urga (1991)


  "Bozkırın sarısı"

Urga afiş  Asıl ününe Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra ulaşan Nikita Mikhalkov'dan şiirsel bir hiciv.

  Afişini ilk gördüğümde urga adlı bir rus kadının varoluş savaşını anlatan bol hüzünlü bir dram izleyeceğimi sanırken bozkırda geçen çok eğlenceli bir modern hayat eleştirisi buldum karşımda.

   3 çocuklu göçebe bir Moğol ailesi ve arabası bozulan Sergei adlı bir Rus şoförün yollarının kesişmesiyle yaşadıklarını izleriz.

   Konuğu için koyun kesen, o gelmeden yemeğine başlamayan, kendi yataklarını bile konuğuna veren bir aileden bahsediyoruz.
 
   Kentsel ve kırsal yaşamın kıyaslaması  içinde geçen film hikayesini surrealist anlatımla güçlendirerek hedefini buluyor.
 
   Koyun kesilirken kapıldığımız dehşet ifadesi, kanının akmaması için edilen gayretleri görünce ikilemde bırakıyor bizleri. Küçük kızın akerdeon sahnesi akıllardan çıkmayacak kadar güzel. Sergei'nin sırtındaki notalar eşliğinde şarkı çalınma sahnesi de gayet yaratıcı.
 
   Kente gelen Gombo'nun parayla ve moderniteyle ilişkisi de iyi bir tüketim toplumu eleştirisi. Bazıları için vazgeçilmez olan şeyler birileri için hiçbir anlam ifade etmiyor.

   Urganın anlamını da öğrendiğimiz filmde son sahnedeki "Babamın urgasının yerinde şimdi bir fabrika  bacası yükseliyor" cümlesi dünyanın yitip giden naifliğine bir ağıt.

12 Temmuz 2015 Pazar

Eureka (2000)


"Derin insanlığın ferahlatıcı bir örneği"

   Afişindeki içten geçmeye tav olduğum gönlümün pasını alan film,

   Karşınızda 217 dakikalık bir sınav var. Seveninin az olduğu, ülkemizde festivallerde bile gösterilmeyen, Cannes'den FIPRESCI ödüllü bir vaha.

    İki kardeşin  güneşli bir yaz sabahı okula gitmek için otobüse binmesiyle açılan film otobüste yaşanan bir katliamla yön değiştiriyor. O dakikadan sonra anlatılan hikayede olayların büyük çoğunluğu iç karartan ve olumsuz şeyler olmasına rağmen yönetmen bize hiçbirşey olmuyormuşcasına bir atmosfer yaratıyor ki trajediler karşısında soğukkanlılığımızı koruyoruz.

    Kullandığı sepya renkle hep bir hüzündeyiz, hep bir ağırlık altındayız. Öyle sakin anlatılıyor ki herşey oysa karşımızdaki perdede insanlar ölüyor, yuvalar terkediliyor, cinayetler işleniyor...

    Travmaya giren karakterler birbirlerine ilaç oluyor farkında olmadan, Hele Makoto karakteri vakurluğuyla bize her karede ders veriyor adeta, içindeki masumiyet hepimize yeter.

    Finaldeki normal renge geçişle de artık onlarında iyileştiklerine inanmamız isteniyor. Aynı zamanda filmin ismi de anlamını buluyor.

   Bütün güzel şeyler gibi zorlu ama ona değer...

     

11 Temmuz 2015 Cumartesi

Alamar (2009)

 Denizde

"Denizin çocuklarına"

  Meksika karayiplerini mesken tutan, maya kökenli bir balıkçı ve küçük oğlunun denizde geçen öyküsünü anlatan yarı belgesel tarzda bir film.
  
   Annesi italyan olan küçük Nathan'ın babasıyla çıktığı deniz macerasında herşey o kadar doğal ki  ufaklığın yerinde olmayı hayal ettim.

   Metropol hayatın karmaşası, kaosu, telaşı ve yapaylığı o kadar bezdirdi ki bizleri, o tekne denizde yol aldıkça içime bir huzur duygusu doldu.

   Babanın oğluyla sevgi dolu hikayesinin dingin bir anlatımla anlatılması da yerinde bir tercih olmuş.

   Kendinize 75 dakikalık huzurlu bir hediye verin ve suyun akışına bırakın bedeninizi.

10 Temmuz 2015 Cuma

Womb (2010)

 Rahim

    
 "Beni öp sonra doğur beni"

    Macar yönetmen Benedek Fliegauf'tan etkileyici, düşündürücü, yumuşak çekimleri ve görüntüleriyle kusursuz güzellikte uzun ve karanlık bir yolculuk.

   Sanki "dünyanın sonu" gibi sahilin ortasındaki huzur veren evde geçen; "annelik nedir, aşk için sınır nedir" sorularını sorduran, klonlamaya farklı bir gözle bakarken eleştirdiğini kırıp dökmeden, saçlarımızı okşayarak masal anlatır gibi anlatan, az sözcükle çok şey söyleyen insanı sarsan filmlerden.

   Rebecca'nın Thomas büyüdükçe sessizleşmesi, her geçen gün sevdiğine biraz daha benzemesinden. Karakterler susuştukça siz de konuşsunlar istiyorsunuz beraber rahatlayalım istiyorsunuz olmuyor. 

  Eva Green de bu film için yaratılmış sanki sessizliğiyle söylenecek söz bırakmıyor.

  Finaliyle seyredeni dumura uğratacağı,  Rebecca'nın gülümsemesine ve yataktaki kana dikkat edenlerinse sorularına cevap bulacağı aşikar.

  Bu arada filmi digiturkten izleyenler  muhtemelen bu dediklerimden birşey anlamayacak çünkü filmin sonunu sansürlemişler.

   Dipnot: Annenizle izlemeyin!

9 Temmuz 2015 Perşembe

Absurdistan (2008)


"Ağırlıksızlık hissini deneyenlere"

   Yönetmenin Türkiye'de yaşanan bir haberi okumasıyla senaryosunu yazdığı, Azerbaycan'da çokuluslu oyuncularla çektiği bir filmdir. İzleyenin aklına " Şalvar Davası" filmini getirir.

   Modern bir 1001 gece masalı çizgisinde ilerleyen kendini iyi hisset tarzı filmlerdendir.

   Köyün suyunun kesilmesi üzerine köyün kadınlarının tembel kocalarını yola getirmek için seks grevine girmesi ana hikaye iken arka planda ise iki gencin aşkını anlatmaktadır.

   Hala aklıma geldikçe keyiflendiğim şarkılarda ayrı bir güzelliktir.

  Kusturica tarzı yaratıcılıklar da filmi daha izlenir kılmıştır.

   Yönetmen Veit Helmer takip edilmesi gereken bir yönetmen olduğunu bu filmiyle de göstermiştir. 1999 yapımı "Tuvalu" filmine bir yerlerde rastlarsanız es geçmeyin derim.

8 Temmuz 2015 Çarşamba

Leningrad Cowboys Go America (1989)

 Leningrad Kovboyları Amerika'ya


  "Buena Vodka Social Club"


   Finlandiya'nın en ünlü yönetmeni olan Aki Kaurasmaki'den Fin rock grubu Leningrad Cowboys'u merkeze alan absürd bir başyapıt.


   Açılışta tundrada şarkı söyleyen bir grubu görürüz.Kendine has saç stilleri ve ayakkabılarıyla ünlü olma planları yapan bu grubun nev-i şahsına münhasır bir de  menajeri vardır. Amerika'ya yaptıkları yolculukla ve de Amerika turuyla izleyenlerin yüzünden tebessümü eksik etmezler.


  Her yol hikayesinde olduğu gibi bizim kahramanlarımızın başından da türlü türlü macera geçer.Alttan alta Amerikan kapitalizmeinden diktatöryel yönetime, insan benliğinden dostluk kavramına kadar her konuda eleştiri yapmayı da ihmal etmez.


   Sessiz filmlere saygı niteliğindeki anlatımıyla da ayrı bir takdiri hakeder.


  Grubun yaptığı sahne şovları.klasikleşmiş şarkılara yaptıkları eğlenceli coverlar filme çok eğlenceli bir hava katmış. Özellikle de "born to wild"  performansını çok beğeneceksiniz.


  Farkettim de bu yazı  film için çok ciddi olmuş. Asıl eğlence filmde izleyin ve keyfine varın.

7 Temmuz 2015 Salı

Mat i syn (1997)

 Ana ve Oğul


"Huzurun aynadan yansıması"

    Tarkovski'nin veliahtı olarak gösterilen Aleksandr  Sokurov'un üçleme olarak düşündüğü bir projenin ilk filmi (ikincisi Baba ve Oğul, üçüncüsü henüz çekilmedi).
   
    Eski fotoğraf kareleri ya da tablo şeklindeki planlarla ilerleyen hüzün verici öyküsüyle büyüleyici filmde; ölmekte olan yaşlı bir anne ve oğlunun sonsuzluk gibi ilerleyen son günü içinde yaşadıkları anlatılır.Annesinin yaşlılığına ,bir çocuğa dönmüş hallerine ve kaçınılmaz sona doğru ilerlemesine eşlik etmesi, hiç peşini bırakmayan geçmişin yadedilmesi oğulun yaşadıklarının özetidir.

    Dondurulmuş gibi ilerleyen ağır ve pastoral kareler,oğulun anneye bir çocuk gibi davranıp el üstünde tutması, olur olmadık zamanlarda gelen sevgi öpücükleri...kayıp gidenin hem zaman hem de insan olduğunu hatırlatır bizlere.
       
    Hep duyulan tren sesi, trene uzaktan uzun uzun bakarken ki gitme isteği. gidememenin hüznü... geçip giden hayatın,kaderin yürekleri sıkıştırmasıdır.Trenin aksi yönüne gitmekse insanlığın yenilgi tarihine atılmış yeni bir çiziktir ve akla Cemal Süreya'yı getirir istemsizce.

             "bir bardak su içsem şimdi
              yaralarımdan dökülür
              gün ki yıkımlar günüdür
              boştur ne söylesem şimdi"